
Photo by Matteo Massimi on Unsplash
2 keşişle ilgili çok sevdiğim ve belki sizin de önceden duyduğunuz bir hikaye var. Biri genç, diğeri ondan daha yaşlı ve tecrübeli 2 keşiş birlikte yürüyorlarmış. Birden karşılarına bir nehir çıkmış. Nehrin kenarında karşıya geçemediği için bekleyen bir kadın görmüşler. Daha yaşlı olan keşiş kadını sırtına almış ve birlikte karşıya geçmişler. Sonra kadından ayrılmış yollarına devam etmişler. Saatler sonra genç olan artık kendini tutamamış ve yaşlı keşişe, “Onu nasıl sırtına alırsın, bizim kadınlara dokunmamız yasak biliyorsun,” demiş. Yaşlı keşiş gülümsemiş, “Ben kadını nehir kıyısında bıraktım, ama sen hala onu taşıyorsun.”
Bize ait olmayan ne çok yük taşıyoruz değil mi? Kendi kendimize sahiplendiğimiz, sorumluluğuna ortak olduğumuz ne çok şey var. Bu hikayedeki gibi bazen konunun asıl muhattabından çok daha fazla takıyoruz kafamıza bir meseleyi. Bir gün içinde üzerimize aldığımız konuların ve işlerin hepsi bizi ilgilendiriyor mu? Yoksa başkalarının işlerine salça oluyor muyuz?
“Sen kendi işine bak!” dendiğinde bozulur musunuz? Bundan 2 sene önce olsa ben fena halde bozulurdum. Muhtemelen cevabım da, “sana da iyilik yaramıyor” gibi bir şey olurdu. Şimdi düşününce, başkasının işine karışmak -tabii ki bizden yardım istenmemişken- aslında onlara yaptığımız bir iyilik değil. Aslında bu ihtiyacımız kendimize bir bakmamızı gerektiriyor. Neden başkalarının işlerine karışmak istiyoruz, zaten yapacak yeterince şeyimiz yok mu?
Neden kendimize engel olamıyoruz? Bence burada temel sorunumuz insanları ve olayları olduğu gibi kabul etmekte zorlanmamız. Mesela LGS’ye hazırlanan yeğenime bir ders çalışma programı yapıyorum. Sonra saat başı ne yaptığını sormak zorunda hissediyorum. Acaba yaptığım programa uyuyor mu? Programın gerisinde mi? Oysa belki tek bir gün kendi haline bıraksam, günün sonunda durumuna beraber baksak, o gün programda geri kalsa bile önemli bir ders almış olacak zaman yönetimi ile alakalı. Belki yarın denerim bunu yapmayı. 🙂
Korona virüsle deneyimimizin bize verdiği değerli derslerden biri de şartları kontrol etmeye çalışmayı bırakmak oldu. İnsanlara kızmak, onları yargılamak, onları eleştirmek bize yardımcı olmuyor. Olanı biteni ve çevremizdeki insanları olduğu gibi kabul etmenin sırrı nedir peki? Bence, onların zaten kusursuz olduğunu kabul etmek (çünkü herkes olması gerektiği gibi zaten) ve onların düzeltilmesi gereken hatalı bireyler olduğu düşüncesini bırakmak (çünkü bu gerçek değil sadece bizim düşüncemiz). Onların, bize göre kusurlu yanlarının orada olmasının da bir gerekçesi olduğunu kabul ederek, bunu şu anda anlamasak da durumu olduğu gibi kabul edebilmek.
Başkalarının bize göre hatalı davranışlarının yükünü bırakmak bizi hafifletir. Enerjimizi kendimizle ilgili işlere yönelttiğimizde, kendi hayatımızı iyileştiririz. Aklınızdan her dakika geçen yüzlerce düşünce içinde kendinizle ilgili olanlara odaklanmayı bir alışkanlık haline getirin. Sevdikleriniz ile ilgili ciddi endişeleriniz olduğunda, bunu onlarla konuşmayı deneyebilirsiniz. Ancak fikrinizi belirtmeden önce bunu isteyip istemediklerini sorun. Yabancıların yaptıkları ile ilgili düşüncelerinize gelince, bu düşüncelerim benimle ilgili ne söylüyor, şu anda ne hissediyorum, bu beni niye rahatsız ediyor diye düşünün.
Hepinize kendi mutluluğunuza odaklandığınız ve başkalarının işine karışmayıp, kendi işinize ve kendi keyfinize baktığınız bir gün dilerim.
No Comments